Varoluşçuluk dendiğinde akla ilk gelenlerden biri otantik olma halidir. Otantik olmayı yaşam deneyimlerimiz içinde yaşarız. Varoluşçu açıdan otantik olma hali, kişinin kendi özünü, özgürlüğünü ve yaşamına anlam katma sorumluluğunu kabul ederek yaşamayı seçmesidir. Peki bunu nasıl yaparız? Keyifli bir okuma sizi bekliyor.
Kendimizle ilgili yaptığımız her keşifle beraber hayatımızdaki anlamlar kendini daha çok gösterir. Örneğin, işimizden memnun değilizdir ama hayatımızı idame ettirmek için bazı koşullara uyum sağlamak ve finansal gücümüzü sürdürmemiz gerekir. Bu düzeni devam ettirirken zamanla zihnimizde ve bedenimizde bir şeylerin farklılaşmaya başladığını fark edebiliriz. Kimimiz iştahını kaybeder ya da çok yemeye başlar; kimimiz uyku problemleri çeker; kimimiz öfke patlamaları yaşar. Sonra birden beden yüksek bir sinyal verir. Bir kalp çarpıntısı, bir terleme ya da ellerde uyuşma. Bu kendini tekrar etmeye başlar. Ne hikmetse iş yerinde, oturduğumuz yerde ekrana bakarken birden olur. Tam da bunun üzerine eğildiğimizde; yani “Bende ne oluyor da böyle hissetmeye başladım. Bir şey yolunda gitmiyor ve ben onu bulmaya niyetliyim” dediğimizde kendimizle ilgili bir keşfe başlamış oluruz.
Otantik Olmak, Otantik yaşam Hakkında
Belki o işte hiç olmak istemediğimizi, başka arayışlara yönelmek istediğimizi fark ederiz ya da belki memnun olmadığımız şeyleri hiç dile getirmediğimizi… Gözleyen zihin incelediği şeyleri zamanla farklı görmeye ve değiştirmeye başlar.
İnsanın otantikliğe temasları
Elbette herkesin keşfi başka şekillerde olacaktır ancak sonucunda bu keşif hayatımızla ilgili yeni anlamlar doğurabilir. İşte otantiklik burada devreye girer. O keşfin bizi sürüklediği düşünceler, doğan anlamlar otantik benliğimizle temas ettiğimizi gösterir. Otantik benliğimizle her temasımız, her yaşadığımız farkındalık; yani “aha!” anı sadece kim olduğumuz değil, kim olmak istediğimizle ve geleceğe bunu nasıl taşımak istediğimizle ilgili cesur bir teşebbüstür.
Otantik oluyoruz ve biz otantik oldukça düşüncelerimiz, algımız ve hayatı anlama biçimimiz de peşi sıra otantikleşiyor.
Otantik kahramanın yolculuğu
Şimdi biraz da varoluşçuluk deliğine düşelim. Otantiklik üzerine yazıp çizmiş varoluşçuluğun öncülerinden Martin Heidegger neler demiş bakalım. Onun “dasein” kavramı, insanı açıklamak için kullanılan öznellik, bilinç, ruh, tin gibi kavramları barındıran bir anlatım içeriyor. Dasein (Ben buna insan olmak diyeceğim), ötekilerle birlikte var olur ve onlarla doğrudan ilişki kurar. Bu ilişkiler sayesinde dasein bağ kuran, dünyada sesini duyuran etkin bir varlık olur. Bunu nasıl yapar? Ben buradayım, yani ayaklarım zemine basıyor, havayı içime çekiyorum, gökyüzüne ve etrafımdakilere bakıyorum diyerek. Bazen bu anların belli belirsiz farkında oluruz yani otomatiğe bağlamış gibi bir gün diğerini aynı şekilde takip eder. O kadar yorgunuzdur ki bir şeyi fark edip kafa yoracak takati bulamayız. Bazen ise yorgunluğu bir kenara bırakıp deneyimimizin bizdeki izdüşümüne baktığımızda sadece bize has bir deneyim elde ederiz, yani eşi benzeri olmayan kendimizin o anı doyasıya yaşadığını fark ederiz. Nietzsche’nin dediği otantik kahramanlar oluruz: Dolu dolu yaşayarak kendi halimizde ve kendi dünyamızda, kimseye benzememe direncine sahip olarak.
Fırlatılmışlık ve beraberinde gelen otantiklik ihtimali
Varoluşçuluğa göre bu dünyaya fırlatıldık, biz istesek de istemesek de bu bedende dünyaya geldik. Fırlatılmış olma halimizi biz seçmedik fakat içinde bulunduğumuz gerçeklere karşı verdiğimiz yanıtların sorumluluğunu almakla yükümlüyüz. Nasıl bir hayat kuracağım? Hayatımı kiminle paylaşacağım? Bu dünyaya ne yaparak hizmet edeceğim?
Cevaplar sadece bizde ve bu bizim özgürlük alanımız. Bu özgürlüğün sorumluluğunu almamak, görmemek ya da görüp eyleme dökmek için cesaret etmemek bir seçenek. Cevapların üzerine düşünmek, onlara şekil vermek ve “aha!” anları yaşamaya cesaret etmek de bir seçenek.
Hangi yoldan gitmiş olursak olalım hangi kabı ne kadar bilinçli bir şekilde doldurduğumuz önemli, işte otantik olan bu. Çünkü otantik olmuyorum dediğimizde bile aslında otantik olabiliyoruz. Her ne oluyorsa onun içine daldığımız bir yerden, farkında olarak sesleniyoruz dünyaya. Örneğin, işimden çok mutsuzum ama her sabah kalkıp yine gidiyorum ve iş yerimde yaşadığım diyaloglar beni gittikçe daha çok öfkelendiriyor dediğimizde olanın, kendimize ne yaptığımızın, nasıl hissettiğimizin farkında oluyoruz. Otantik kahraman, ancak bu girdabı fark ettiğinde doğabilir.
Vicdanın çağrısına kulak vermek
Belki, tam da bu sırada vicdanın çağrısına kulak vermiş oluyoruz. Vicdanın çağrısı Heideggerce bir terim. Ona göre otantiklik ancak vicdanın çağrısına kulak verdiğimizde gerçekleşir. Bu çağrı bir alarm, bir his, üstü örtülü bir sebebin açığa çıkışı gibi bir şey olabilir. Ancak kişi bunu deneyimlediğinde ete kemiğe bürünebilir çünkü çağrının ne olduğu, nasıl duyacağımız tamamen bize kalmış, çok biricik bir deneyimdir. En başta verdiğim örneğe dönelim. Mesela, işini sevmeyen biri her sabah kalktığında zihninde bir müzik çalıyor ve ona bir zamanlar, epeyce zamanı varken gittiği sanat atölyesini hatırlatıyor. Müzikle birlikte atölyenin sahibiyle kurduğu diyalog, mekanın sıcaklığı, çamurla geçirdiği zamanlar zihninde canlanıyor. Belki de bu kişi geçmişte kendi seramik atölyesini kurmak istemiş ama sonra şu anki işinden teklif aldığından para kaygısı nedeniyle tercihini hayalinden yana kullanamamış olabilir. Bu müziği dinlerken para kaygısı tolere edilebilir bir seviyede olmasına rağmen o hala aynı işteyse acaba bu müzik ve bu anı onun için bir çağrı olabilir mi?
Günlük yaşamda otantik olmama hali
Otantik olmama hali otantiklikten daha çok içinde yüzdüğümüz bir alan. Otantiklik her an var olsaydı onunla baş etmek zorlaşabilirdi. Otantik olmama hali (Heideggerce “Das Man’a düşmek”) için günlük yaşamda herkes gibi olmak diyebiliriz. Standart neşelere, belirli paternlere, temalara, aktivitelere düşmek bir sorun değil elbette. Bazı günler yorgun argın işten dönüp televizyon karşında yemek yiyip ne izlediğimizi bile hatırlamadan vaktimizi geçirmek isteyebiliriz, bazen hiç derinliği olmadığını bildiğimiz ama kafamızı dağıtan sohbetlerde de bulunabiliriz. İnsanız, bazı “aha!” anları hepimiz için ağır olabilir. O yüzden konfor alanı dediğimiz o alışkın olduğumuz alanda kalmak isteyebiliriz.
Her zaman anlam bulmaya yönelik yaşamak durumunda olsaydık vay halimize. Ama Das Man, bu durumu aynı zamanda kendini unutmak ve bulamamak olarak da tanımlanıyor: otantik benliğe yabancı, kendine yabancı bir halde olmak. Yani gerçekten olabileceğimiz kişiden uzak, gerçek olanaklarımıza mesafeli. Her şey yolunda gibi gözükse de yolunda olmadığının bir sinyali. Denizin ortasındaki bir adadaki deniz fenerinin tur atan ışığı gibi. Karanlığı aydınlatıyor, bir nebzede olsa ne olduğunu görüyoruz ama sonra kayboluyor ve yine karanlığa, hiçliğe düşerek otomatiğe bağlanmış hayatlarımıza devam ediyoruz.
Birlikte otantik olabilmek
Toplumsal olarak zorlandığımız ve bizi çaresiz bırakan deneyimler içinden geçiyoruz. Her gün ve her an bir acının haberini duyma ihtimalimizle yaşıyoruz. Bir kadın veya çocuk öldürülebilir, bir köpeğe zarar verilebilir ya da çok ciddi bir depreme maruz kalabiliriz. Tüm bu kaosun içinde nasıl kendimiz olacağız? Nasıl ruh sağlığımızı koruyacağız?
Biz ancak birbirimize bakarsak ve birbirimizi dinlersek fırtınayı dindirebiliriz. Böylelikle otantik kahramanlar olabiliriz. Elbette Das Man’a düşeceğiz, belki kaosun içinde kendimizi korumak için kabuğumuza çekilmek isteyeceğiz. Ama insan dinamik bir varlıktır ve kabuğunu kırmak için yaratılmıştır. Sadece kendi otantikliğimizden değil başkalarının bunu gerçekleştirme yolculuklarından da sorumluyuz çünkü biz birlikte yaratıldık. Birliktelik kaos yaratıyor olabilir fakat her şey tersiyle var olur. Bu durumda birliktelik tedavi edici de olabilir. Yani birlikte “Aha!” anları da yaşayacağız, bunları dünyayla paylaşacağız ve bir halatla birbirimizi tuttuğumuzu fark edeceğiz. Tuttukça halata daha güçlü tutunacağız ve bu bizi birbirimize daha da yakınlaştıracak. Eğer yakınlaşmazsak birbirimize yabancı olmaya ve kaosun içinde kaybolmaya devam edeceğiz.
Tüm bunlara ek olarak, en nihayetinde bir gün bu dünyadan göçeceğiz. İşte tam burada otantik varoluşunu deneyimleyen insan (dasein) bir gün yok olacak olmanın farkındalığıyla gelen korkuyu deneyimlediğinde ve tam da bu anlarda ortaya çıkan otantik olasılıkları yaşamaya cesaret ettiğinde kim olduğuna karar verebilir. Bu anlayış birbirimize güç vermeyi sağlar. “Ben ne istediğimi bilen bir bireyim ve başkalarının niyetlerine ulaşmalarına desteğim” demek gibi. Birlikte “aha!” anları yaratmak gibi. Hep beraber kim olduğumuzla ve kim olmak istediğimizle ilgili sürekli değişebilen ama sonsuzluğa giden nüanslar taşırcasına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Computer - Internet Technology Design World -----------Bilim ve Teknik -----------internet,oyun,bilgisayar,bilişim,Programlama,Bilim Network,Msn,Yahoo,messenger,Gmail,Hotmail